Günümüzde hepimiz için önem taşıyan sürdürülebilirlik kavramına kadın-erkek eşitliği ne şekilde değer katmakta ve onu güçlendirmektedir?
Toplumsal cinsiyet eşitliği neden Birleşmiş Milletler’in 2030 yılına kadar gerçekleşmesi için çalıştığı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nin ana başlıklarından birisi olmuştur. Dünyamız, bir yandan yüz binlerce insanı evlerinden koparan, onları yabancı oldukları coğrafyalarda hayatta kalmaya zorlayan savaşlar ve iklim yıkımı ile mücadele ederken, öte yandan insanların geleceklerine güvensiz, sürekli anksiyete halinde yaşamasına neden olan ekonomik resesyon ve kaynakların kısıtlılığı dolayısıyla daha da şiddetlenen bölüşüm kavgası ile boğuşmaktadır. Durum böyleyken ve böylesine acil, bir an önce yüzleşilmediği takdirde dünya insanlarına tahmin edilemeyecek ölçüde zarar verme potansiyeline sahip meydan okumalar varken, niçin Birleşmiş Milletler göz ardı etmek bir yana cinsiyet eşitliği hedefine daha da sarılmış, ona Kalkınma Hedefleri arasında geniş bir alan tanımıştır? Bu soruların cevabı açıktır, Birleşmiş Milletler gayet iyi bilmektedir ki, kadınların toplumdaki etkili ve eşit varlığı sürdürülebilir bir dünya için olmazsa olmazdır.
Her ne kadar sürdürülebilirliği ‘’enerji sektöründen başlayarak diğer iş kollarına yayılan, kaynak kullanımın akılcı ve verimli bir şekilde kaynağın yeniden üretilerek gerçekleştirilip sürdürüldüğü, böylelikle de toplumun sosyal ve ekonomik refahını arttıran iş yapma kavramı, norm'’’ olarak açıklayabiliyor olsak da, kadın-erkek eşitliği sürdürülebilirlik bağlamında görmezden gelinmekte ve küçümsenmektedir. Oysaki Birleşmiş Milletleri’nin 17 ana başlıkta belirttiği Kalkınma Hedeflerinde toplumsal cinsiyet eşitliği hem ana bir başlık olarak belirlenmiş hem de diğer hedeflere ulaşma yönünde çarpan etkisi yapacağı değerlendirilmiştir.
Peki, kadının dünyadaki etkili ve eşit varlığı nasıl olacak da çarpan etkisi yapacaktır?
54 milyon kadın 2020 yılında iş gücü piyasasından çekilmiştir. Parlamentolardaki yalnızca dört koltuktan biri bir kadın tarafından doldurulmaktadır. Çatışmaların yaşandığı bölgelerde kadın temsil oranı çok daha kötü durumdadır. COVID-19 ile birlikte kadınların görünmez ev emeği oldukça artmış, pandemi sırasında çocuk sahibi kadınlar çocuk bakımına haftada 31 saat ayırmak zorunda kalmışlardır. Yine pandemiden önce ortaokula kaydolmuş sığınmacı statüsündeki kızlardan yarısı okullarına geri dönememiştir. 2020 yılında kadınların güvenilir gıdaya ulaşma oranları erkeklere göre yüzde 10 daha az seyretmiştir. Ayrıca, dünyada yenidoğan sahibi kadınların yarısı herhangi bir annelik yardımı almamaktadır. Şimdi, bütün bu kısıtlayıcı, olumsuz ve dışlayıcı senaryoların tersine çevrildiği bir dünya hayal edelim; kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı, kadınların güvenilir gıdaya erkekler kadar erişebildiği, eğitimden, refahtan erkekler kadar yararlanabildiği, dünya parlamentolarında erkekler kadar temsil edilebildiği, görünmez ev emeğini erkeklerle eşit bir şekilde bölüştükleri ve iş gücü piyasasına yetenekleri, emekleri doğrultusunda katılabilip, erkekler kadar katkı sağlayabildikleri ve kendilerini, potansiyellerini sonuna kadar gerçekleştirebildikleri bir dünya. Kadınların, etkili ve eşit bir şekilde katıldıkları, emekleri ve yetenekleriyle zenginleştirip katkı sağladıkları, sorumluluk sahibi üretim ve tüketimin parçası oldukları ve kendi kararlarını özgürce alabildikleri adil bir dünyada; yoksulluk, kıtlık ve açlık, çevre ve doğa yıkımı azalacak, kaliteli eğitim, temiz su ve hijyen, sağlık ve refah, onurlu iş ve ekonomik büyüme, barış, adalet, güçlü kurumlar, sürdürülebilir şehir ve toplumlar, temiz enerji, sanayi, inovasyon ve altyapı, doğa ve çevreye saygı artacak ve yayılacaktır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sürdürülebilir bir dünyanın temel taşlarından biri olduğunun her geçen gün daha da farkına varılması ve böylelikle BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nin ana başlıklarından biri olan kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için gösterilen çabanın artması, yukarıda bahsedilen diğer ana başlıklara çarpan etkisi yapacak ve onlara ulaşımı kolaylaştıracaktır. Bütün bunlar göz önüne alındığında kadınların özgürce potansiyellerini gerçekleştirebildikleri ve eylemlerinin sorumluluklarını kendilerinin üstlendikleri bir dünyanın sürdürülebilirlik kavramının kalbinde yattığı anlaşılmaktadır.
Yazar:
Furkan Ünal
Kaynakça: